11 Ağustos 2009 Salı

Halı Sahalarda Modern Futbol

Evime giden yol üzerinde bir halı saha var. Bu sahada maç yapmışlığım da vardır. Halısı kötü, etrafını çevreleyen telleri kısa, kaleleri de biraz küçüktür. Sıklıkla bu sahadan caddeye top kaçtığına şahit olurum. Tüm olumsuzluklarına rağmen yanından geçerken oynayanlara imrenerek bakarım. Kendi çocukluğum, gençliğim gelir aklıma. Çayır, çimenden nasibini alamamış, park fakiri bir kentin imkansızlıklar içinde futbol oynamaya çalışan çocuklarını düşünürüm. Sokak futbolunun dünyadaki en büyük temsilcisi olan yurdumun sokakları bile futbol için dardır aslında. Bu yüzdendir ki dar alanda teknik ve ayaklarına hakim, ancak fizik kondisyonu düşük futbolcular yetişir Türkiye' de. Sokak maçlarında bir takım tam gole giderken sokaktan araba geçmesi, oyunun birkaç saniyeliğine durması, oyuncuların durumu garipsemeden olduğu yerde donması, araba geçince pozisyonun sanki hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etmesi... Direkleri taştan kalelere çekilen şutların gol olup olmadığının dakikalarca tartışılması... Çalım atılırken kaldırımdan veya park halindeki araçların kaportalarından alınan destek... Halı sahaların mantar gibi türediği, zeminlerin hakikaten de halıfleks olduğu (şaka gibi) ilk dönemlerine yetişmiştik gerçi. Ama iş işten çoktan geçmişti. Biz sokak futbolcuları idik ve sokak futbolunun karakteristik özelliklerini taşıyorduk. Kahramanlarımız Rıdvan, Metin, Aykut ve Prekazi idi. Az çok onlara benzemeye çalışırdı herkes. Kötü oynayan, futboldan anlamayanların defansa koyulduğu, genellikle takoz Recep, kazma, deve gibi takma lakaplar aldığı bir dönemdi. En saygı duyulan futbolcular iyi çalım atabilenler olup, bunlara teknik oyuncu denirdi. Bunlar takımlarının kaptanı, beyni, "aldım verdim, ben seni yendim" aktivitesinin gediklileri olurlardı. Çok koşanlar ise takımlarının ağır işçileri olarak hak ettikleri saygıyı görmezlerdi. Hatta deli dana gibi koşmak deyimi biraz da alaycı bir şekilde kullanılırdı bu tür oyuncular için. Ben sanırım ilk guruptaki gibi bir oyuncu idim.

Sonra bir sabah uyandık, her şey değişiverdi. Hem de geriye asla dönmemecesine. Futbol değişti. Sokaklar değişti. Teknik oyuncular kayboluverdi. Pres diye garip bir kavram çıktı ortaya. Deli danalar baş tacı oluverdi. Usta ayaklar değil, körüklü ciğerler konuşulmaya başlandı. "Total Futbol" diye bir şeyler türedi hiç anlayamadığımız. Toplu defans, toplu hücum..Ne garipsedik bu tür bir anlayışı. Bir dönemin sonlarında (1980' lerin sonu) ortaya çıkmaya başlayan "Total Futbol" felsefesinin en önemli adamları bugün Galatasaray'ın başındaki Rijkaard ile takım arkadaşları Gullit ve Van Basten'di belki de. Biraz Federal Almanya, biraz Danimarka ve İsveç. Brolin, Dahlin, Hassler, Moeller, Laudrup kardeşler, Giggs, Cantona, Zidane ve diğerleri. Aklımızda kalan devrimciler bunlardı. Sonra kulüp takımlarına sıçradı bu anlayış. Ajax, Milan, Manchester, Barcelona ve hatta bir dönemin Galatasaray'ı. Rıdvanlar gitti, Hakan Şükürler geldi futbolumuza. Milne ve Terim ile bu anlayış dahilinde şampiyonluğa koyulan ambargolu dönemler yaşadık. Elinde futboldan başka hiç bir şey olmadığı için futbolla yatıp, futbolla kalkan bir dönemin insanları olarak garipsedik, şaşırdık ama benimsedik bu anlayışları. Halı sahalardaki maçları hatırlıyorum. Koşmayan, pres yapmayan ne kadar iyi oyuncu olursa olsun eleştirilirdi. Pres koymak, üçgenler, alan savunması ve ölümüne mücadele. Bu dönem, deli danaların dönemiydi ve sadece koşan oyuncular övgüyü alıyorlardı. Takım kaptanları bu oyuncular olurken, teknik oyunculara yetersiz gözüyle bakılmaya başlanmıştı.

"Teknik" ve "Total Futbol" dönemleri sonrası bugün dünya daha ileri bir devrimi yaşıyor. "Endüstriyel Futbol" dönemi. Bu dönemin kendi koşulları, kendi şartları var. Sahadaki futbolcudan, oynanan futbola kadar bu dönemin bambaşka kodları var. Artık güçlü olanların ayakta kalabildiği bir dönemi yaşıyoruz. Hem teknik hem deli dana olanların dönemi bu. Yani birinin özelliklerini taşımak yetmiyor. Gerrard, Lampard, Ribery, Ronaldo, Ronaldinho ve Eto' o ların dönemi bu. Yıldız demek hem teknik, hem koşan hem de oyun zekası olan adam demek. Yıldız demek artık çok şey demek. Oyun içinde her an pres, her an mücadele var. Çalım atmak, pas vermek, şut çekmek için sadece saniyeleriniz var artık. Zamanla ve fiziksel sınırlarınızla yarışıyorsunuz. Acı yok, acımak yok!

Halı sahanın oraya gittim dün gece. Maç yapan çocukları izledim. Sanki Nou Camp' da bir Şampiyonlar Ligi finali idi. Toplu savunmalar, toplu hücumlar, presler, fauller ve kora kor mücadeleler. Üstlerde endüstriyel futbolun yıldızlarının parlak son sezon formaları, ayaklarda kırmızı, mavi, yeşil halı futbol ayakkabıları. Hata yapmamak, rakibi hataya zorlamak üzerine kurulu oyun anlayışları gördüm. Gözlerde keyif değil, hırs gördüm. Centilmenlik değil, sertlik ve kabalık vardı sahada. "Tek top", " parçala, kay, bas, kes" gibi bağırışlar savruluyordu etrafa.

Gülen yüzler, gözlerde keyif ve centilmenlik hatırlıyorum oysa ben çocukluğumda. Kazanma hırsı, azim ve coşku vardı elbette, ama böylesi değil. Dünya değişiyor, futbol değişiyor, anlayışlar değişiyor tamam. Eski defterler kapanıyor, elbette kapanacak buna da bir itirazım yok. Ama ben eskiyi, eskinin futbolunu, futbolun bence keyif oyunu olduğu o yılları çok arıyorum. Bu yazıları yazarken bir top daha kaçtı dışarıya, caddeye doğru. Bıraktı çocuklar kaçan topu. Oysa ne değerli idi meşin top. Uğruna neler feda edilmezdi ki. Meşin futbol topuna hayranlık besleyerek büyüyen, futbolu kazanmak değil keyif alma önceliği ile oynayan bir neslin son temsilcilerinden olduğum için mutluyum. Bana gelince, bu yaşta hala halı sahada maç yapıyorum. Hala keyif almaya çalışıyorum. Sanıyorum ki hala "teknik" oynuyorum. Zaten öbür türlüsüne de göbeğim izin vermezdi. Ne yaparsınız eski alışkanlıklar bir anda değişmiyor. Geçen gün üzerlerinde parlak formaları ve renkli kramponları olan, "Tek top", " parçala, kay, bas, kes" diye bağıran "endüstriyel gençlere" karşı maç yaptık. Saha suni çim, hava futbola elverişliydi. Bizim takım hep "teknik" idi. Yediğimiz 20. golden sonra saymayı bıraktım. Maç bittiğinde karşı taraftaki yüzlerde hafif alaycı bir zafer gülümsemesi, bizim gözlerimizde futboldan aldığımız keyfin yansıması vardı...
"Siz futbolu bırakın be ağabey" diye takıldı bir tanesi maç sonrası. Haklıydı. Biz futbol adına jübilemizi o dar ve tozlu sokaklarda yapmıştık. Şimdi oynadığımız "futbol" değil, başka bir şeydi ve biz bunu oynayamıyorduk...

1 yorum:

Begüm Akış dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş kalemine sağlık :) Ben sokakta futbol maçları yapmadım belki ama nedense kendi çocukluk bahçe maceralarımız aklıma geldi okurken... Eski günleri bu kadar çok yadettiğimize göre yaşlanıyormuyuz nedir ;) yok yok daha genciz...